Stalinizm
.Londradaki Sarat Akademiside Yapilan Konusma
Bill Bland, 30 Nisan 1999
(Çeviren Garbis Altinoglu)
İng.: Stalinism
Stalinizm üzerine huzurunuzda
bir konuşma yapmam için beni davet etmiş bulunan Sarat Akademisine
minnettarım.
Ancak, Stalinin
büyük bir hayranı olmam ve Stalinizm sözcüğünün, daha sonra
kendisine yapılacak siyasal saldırılara hazırlık
çerçevesinde Stalinin örtülü düşmanları özellikle Nikita
Kruşçev- tarafından çıkarılmış olması
nedeniyle konu seçiminiz beni belli bir güçlükle karşı
karşıya bırakıyor.
Aslında bugün Stalinizm,
insanların kabul etmedikleri siyasal düşünceleri ifade etmek için
kullandıkları anlamsız bir aşağılama terimi
haline gelmiştir. Muhafazakar basın bazan Tony Blairi bile
Stalinist olarak tanımlamakta ve sağ olmuş olması halinde
Staline, bir iftira davası açmak için sağlam gerekçeler sunmaktadır!
Stalin her zaman
kendisini alçakgönüllü bir biçimde Leninin bir öğrencisi olarak
anmıştı. Ben de onun örneğini izleyecek ve Stalinizm
terimini Marksizm-Leninizm olarak yorumlayacağım.
Britanya tarihinde
Staline en yakın kişilik belki de, herkesin okul tarih
kitaplarından ve Şekspirden, küçük prensleri Kulede öldürmüş
olduğunu öğrendiği öğrendiği sözcüğünü
tırnak işareti içine koyuyorum- zalim ve fiziksel bakımdan sakat
bir canavar olan Üçüncü Richarddır.
Richardın
herkesçe kabul edilen bu portresinin, tahtı kendisinden gasbeden ve onu
öldüren Tudor hanedanından ardılları tarafından
çizildiğini ciddi tarihçiler ancak son zamanlarda kavramaya
başlamışlardır.
Onlar doğal
olarak daha sonra tarih kayıtlarını, kendilerinin tahtı
gasbetmelerini meşrulaştıracak tarzda yeniden yazmaya
giriştiler ve hatta Richardın portrelerini onu fiziksel
bakımdan sakat olarak ve hem fiziksel hem de moral açıdan bir canavar
olarak gösterecek biçimde değiştirdiler. Bir başka deyişle,
Richardın bugün genel kabul gören portresi tarihsel gerçeğin
değil, onun siyasal muhaliflerinin propagandasının ürünüdür.
Dolayısıyla,
şu soruyu sorma hakkına sahibiz: Sözümona Kremlinolojistlerin bize sunduğu Stalin portresi
acaba tarihsel gerçekliğin kendisi midir yoksa bayağı bir
propaganda mı?
Lenin ve Stalinin
önderliği altında inşa edilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği (=Sovyetler Birliği) bugün artık yok. Peki, bir çok
insanın söylediği gibi, bunun böyle olması, Sovyetler
Birliğinde sosyalizmin başarısızlığa
uğradığı anlamına mı gelmektedir?
Burada sadece bir
istatistik dizisi sunmak istiyorum. Stalin, Ocak 1939da Sovyetler Birliği
Komünist Partisinin 17. Kongresine sunduğu raporda Batılı
kaynaklara dayanarak değişik ülkelerin sınai üretiminin 1913 yılına
kıyasla ne kadar büyüdüğüne ilişkin rakamlar verdi. Bu rakamlar
şöyleydi:
Almanya: % 24.6
Britanya: % 14.8
ABD: % +10.2
SSCB: % +291.9
Gerçekten de, Stalinin
önderliği altında kurulan merkezi planlı ekonomi
koşullarında Rusyanın birkaç onyıl içinde, geri bir
tarım ülkesinden, 1941-45 döneminde Batı Avrupanın tümünün
kaynaklarından yararlanabilen Almanyanın
saldırısını yenilgiye uğratabilecek güçte ileri bir
sanayi ülkesi haline gelmesini sağlayan bir dönüşüm geçirdiği
tartışma götürmez bir olgudur.
Stalinden bir diktator
diye söz edilmesi çok yaygındır.
Katı bir Sovyet
karşıtı olan Eugene Lyons adlı bir Amerikan yazarı bir
kezinde Staline doğrudan şu soruyu yöneltmişti: Siz bir
diktatör müsünüz? Lyons sözlerini şöyle sürdürüyor:
Stalin, sorunun
budalaca olduğunu ima edercesine gülümsedi.
O yavaşça
Hayır, dedi. Ben diktatör falan değilim. Bu sözcüğü
kullananlar Sovyet hükümet sistemini ve Komünist Partisinin
metodlarını anlamıyorlar. Hiç bir birey ya da birey grubu görüşlerini
dikte edemez. Kararları Parti alır.
Britanyalı
Fabyan iktisatçıları Sidney ve Beatrice Webb, Sovyet Komünizmi: Yeni Bir Uygarlık mı? adlı
kapsamlı kitaplarında Stalinin bir diktatör olduğu
düşüncesini kesin bir biçimde reddetmişlerdir. Onlar şöyle diyorlardı:
Stalin
Amerikan
Anayasasının dört yıl boyuna birbiri ardısıra gelen
başkanlara tanıdığı kadar geniş bir yetkilere
sahip değildir
SSCBndeki Komünist
Partisi kendi örgütsel yönelimini saptamıştır.
Bu sistemde
bireysel diktötörlüğe yer yoktur. Kişisel kararlara güven duyulmaz ve
büyük bir ihtiyatla yaklaşılır.
Lenin ve Stalin
döneminde Sovyet rejiminin resmi tanımının proleter
diktatörlüğü olduğu doğrudur. Ancak bu, kişisel diktatörlük
anlamına gelmemektedir. Bu sadece, iktidarın emekçi halkın
elinde bulunduğu, siyasal iktidarı emekçi halkın elinden
almayı amaçlayan siyasal faaliyetin yasadışı olduğu
anlamına gelmektedir.
Tabii bu sonuncusu
(bu tür siyasal faaliyetin yasadışı sayılması- G. A.),
Londra ve Washingtondaki resmi çevreler tarafından anti-demokratik olarak
nitelenmekte ve insan haklarının
ağır bir biçimde çiğnenmesi olarak algılanmaktadır.
Fakat, demokrasi
sözcüğü sıradan halkın yönetimi anlamına gelir ve bu
anlamda Stalin dönemi Sovyetler Birliği, herhangi bir Batılı
ülkeden binlerce kez daha demokratikti.
İnsan
haklarına gelince, 1966 tarihli BM İnsan Hakları Konvansiyonu,
devletlerin yurttaşlarına çalışma hakkını
güvence altına almaları gerektiğini buyurmaktadır.
Ancak, bu
hakkın yaşama geçirilebilmesi, işsizliğin (Stalin dönemi
Sovyetler Birliğinde olmuş olduğu gibi)
kaldırılabilmesi, sadece sosyalist bir ülkede olanaklıdır. Kapitalist
bir toplum, yükseliş dönemlerinde hemen devreye sokulabilecek
işgücünü sağlayabilmek için Marksın yedek işçi ordusu
dediği şeye gereksinim duyor.
Dolayısıyla,
sosyalist bir ülkenin, kapitalizmin restorasyonunu amaçlayan siyasal faaliyeti
yasaklaması, BM İnsan Hakları Konvansiyonuyla tamamen
bağdaşır.
İşin
aslına bakılırsa, insan haklarına ilişkin gevezelik
çoğu zaman sosyalizmi hedef alan bir propagandadan başka bir şey
değildir. Yatırım özgürlüğüne izin verdiği sürece,
Lombard Street ya da Wall Street açısından, turizm sektörü için
sokakları temiz tutmak amacıyla her gece evsiz çocukları öldüren
ölüm mangalarını sokağa salan çürümüş bir Orta Amerika muz
cumhuriyeti bir özgür ülke sayılmaktadır.
Sovyet hainleri
1956da sosyalizme karşı saldırılarını, Komünist
Partisinin Şubat 1956da toplanan 20. Kongresinde Staline, kendi
çevresinde bir kişiye tapınma örgütleme suçlamasını getirmek
suretiyle başlattılar.
Stalin döneminde,
Sovyetler Birliğinde Stalinin kişiliğine tapınma
olduğu doğrudur. Fakat bu kişiye tapınma, Stalin
tarafından değil, onun isteklerine rağmen örgütlenmişti.
Aslında Stalin bu tapınmaya karşı çıkmış ve
onunla alay etmişti.
Örneğin,
Şubat 1938de birisi çıkıp da Stalinin Çocukluğuna İlişkin Öyküler
başlıklı bir kitap yayımlamak istediğinde, Stalin
tipik bir tarzda şunları yazacaktı:
Ben, Stalinin Çocukluğuna İlişkin
Öykülerin yayımlanmasına kesinlikle karşıyım.
Bu kitap bir
yığın belirsizliklerle, abartmalarla ve hakedilmemiş
övgülerle dolu
Ama
. asıl
önemlisi onun, Sovyet çocuklarının (ve genelde halkının)
zihinlerine liderlere tapınma ve yanılmaz kahramanlar eğilimini
kazıması eğiliminde yatıyor. Bu, tehlikeli ve
zararlıdır
Ben bu kitabın yakılmasını
öneriyorum.
Stalinin çevresinde
gerçekten de bir kişiye tapınma oluşturulmuştu. Mart
1939da Partinin 18. Kongresinde öndegelen bir komünist şöyle
haykırmıştı:
Ukrayna halkı
yürekleri ve ruhlarıyla şunu duyururlar: Yaşasın
gözbebeğimiz Stalin!
Yaşasın
insanlığın yüce dehası
gözbebeğimiz Stalin
yoldaş!
Bu
konuşmacı Nikita Kruşçevdi!
Stalinizm terimini
uyduran ve Stalini Almancadaki Lider anlamına gelen Führer sözcüğünün
Rusça karşılığı olan Vozhd sözcüğüyle anmaya
başlayan da Kruşçevdi.
Bir başka
deyişle, Stalinin çevresinde oluşturulan kişiye tapınma
Stalin ve onu içtenlikle destekleyenler tarafından inşa
edilmemişti; bu, daha sonra Onu megalomanyak bir diktatör olarak nitelendirecek olan siyasal düşmanlarının
saldırısının önsözünden başka bir şey
değildi.
Stalin, bu sözde
sadakat ve yurtseverlik belirtilerini engelleme olanağına sahip
olmamakla birlikte hiç de aptal değildi ve 1937de Alman yazar Lion
Feuchtwangere söylediği gibi bu kişilerin amaçlarının
kendisini daha ileriki bir tarihte kötülemek olduğunun
farkındaydı.
Stalinin çevresinde
bu yolla oluşturulan kişiye tapınma Onun isteklerine
aykırıydı; bu tapınmanın sürmesi olgusu Stalinin,
yaşamının son bir kaç yılında diktatoryal bir
iktidara sahip olmak bir yana- Sovyet liderliği içinde azınlıkta
olduğunu gösterir.
Bu durum;
*1927den sonra
Stalinin Komünist Enternasyonalda aktif bir rol oynamaması,
*henüz
yayımlanması tamamlanmamış olmasına rağmen Stalinin
yapıtlarının ölümünden dört yıl önce, yani 1949da
durdurulması,
*yerleşik uygulamaya
aykırı bir biçimde -Partinin Genel Sekreteri konumunda
bulunmasına ve sağlığının iyi olmasına
rağmen- Stalinin 1952deki 19. Parti Kongresine sunulan raporu okumaması
gibi bir dizi tuhaf olguyu da açıklamaktadır.
İzninizle,
sözümona sosyalizmin başarısızlığı konusuna
dönmek istiyorum.
Britanya, Fransa,
Polonya ve Japonyanın silahlı kuvvetleri, sosyalizmin
inşasına engel olmak için 1918de yeni devlete saldırdılar.
Ancak, başlangıçta yeni Sovyet devletinin örgütlü bir ordusu ya da
deneyimli askeri yöneticileri olmamasına rağmen beş
yıllık Müdahale Savaşı Sovyetlerin zaferiyle
sonuçlandı.
Sosyalizmin
düşmanları bu yenilgilerinden önemli bir ders çıkardılar; onlar
sosyalizmin cepheden yapılacak doğrudan bir saldırıyla
yıkılmasının son derece zayıf bir olasılık
olduğu, onun ancak içerden, Komünist Partisi içinde önemli
mevkilere gelmek için sıkı bir biçimde çalışan ve daha
sonra sosyalizmi modernleştirme adına nüfuzlarını
Partiyi, sosyalizmi zayıf düşürecek ve yavaş yavaş emekçi
halkın desteğini yitirecek bir siyasal çizgiye çekmek için kullanan
sosyalist kılıklı ajanları aracılığıyla
yıkılabileceği sonucuna vardılar.
Bu Marksistlerin revizyonizm olarak adlandırdığı bir programdır; çünkü
revizyonizm, bir yandan Marksizmi büyük ölçüde zararlı bir doğrultuda
değiştirirken onu modernleştirmekten başka bir şey
yapmadığını ileri sürer.
Stalinin 1953de
ölümünden kısa bir süre sonra Kruşçev Sovyet Komünist Partisinin
başına geçti. Ama o, Staline açıkça saldıracak güveni
kendinde ancak 1956da, yani üç yıl sonra bulabildi ve o bu
saldırıyı da Sovyetler Birliğinde onyıllar boyunca asla
yayımlanamayan gizli bir konuşma biçiminde gerçekleştirdi.
Staline yönelik
saldırı, Stalinin ortaya koyduğu sosyalizmi inşa
programına saldırının ve bu programın değiştirilmesinin
zorunlu bir önsözüydü.
Staline
karşı sık sık yöneltilen suçlamalardan biri, Onun Parti
Genel Sekreterliği döneminde çok sayıda suçsuz insanın
hatalı bir biçimde karşı-devrimci suçlar işledikleri
gerekçesiyle hapse atılmış olmalarıdır. Diğer
suçlamaların çoğundan farklı olarak, bu suçlama doğrudur.
1934-1938 yılları arasında güvenlik polisini yöneten- İçişleri
Halk Komiserliği makamında sırayla Genrikh Yagoda ve Nikolai
Yezhov bulunuyordu. 1938de yapılan kamuya açık duruşmada Yagoda,
kompocu kafadarlarının tutuklanmalarını önlemek, sadık
komünistleri hatalı suçlamalarla tutuklamak suretiyle komploya destek
vermek için kendi yetkilerini nasıl kullandığını
mahkemeye anlattı.
Bazı şeylerin
son derece yanlış bir tarzda yürütüldüğünden kuşkulanan ve
başında Aleksandr Poskrebişevin bulunduğu kişisel
sekretaryasının güvenlik polisi örgütünde neler olup bittiğini
soruşturmasını sağlayan Stalinin kendisiydi.
Bu soruşturmaların
sonucunda Yagoda ile Yezhov görevlerinden alınıp tutuklandılar;
bütün siyasal suçlamalar yeniden soruşturuldu ve binlerce adli hata
düzeltildi.
Stalini kitlesel
kıyım yapmakla suçlayan kitaplıklar dolusu kitabın
yayımlanmasının baş nedeni işte bu sorundu.
Robert
Conquestın The Great Terror
(=Büyük Terör) gibi kitaplarının her yeni basısında
Stalinin tahmini kurbanlarının sayısına milyonlar
eklenerek gülünç rakamlara ulaşıldı. Karşı-devrimin
tamamlanmasından sonra Boris Yeltsin Sovyet mahpuslarına ilişkin
resmi rakamları yayımladığında ve bunların
sayısının ABDndeki mahpusların sayısından daha
az olduğu ortaya çıktığında dünya medyası tuhaf
bir sessizliğe büründü.
Sosyalizmi fiilen
yıkma onursuzluğu ise, 1964te Kruşçevin yerine Parti Genel Sekreterliği
makamına geçen Brejneve düştü. Merkezsizleştirme görüntüsü
altında gerçekleştirilen Brejnevin ekonomik reformları uyarınca,
sosyalizmin temellerinden biri olan merkezi planlamanın yerine
kapitalizmin temellerinden biri olan üretimin kar motifi aracılığıyla
düzenlenmesini geçirme
doğrultusunda bir dizi adım atıldı.
O andan itibaren her
şey başaşağı gitmeye başladı.
1991de hemen hemen
herhangi bir muhalefet olmaksızın Sovyetler Birliğiyle birlikte
feshedilen, sosyalizm değil, kapitalizmin özellikle
kokuşmuş, demokratik-olmayan ve faşizme yakın bir biçimiydi.
Bir zamanlar
birleşik bir devlet olan Sovyetler Birliği bugün, Kruşçev,
Brejnev ve Gorbaçov gibi sahte komünistler sayesinde, iflas etmiş
olmalarına rağmen birbirleriyle çoğu zaman savaş halinde
bulunan rakip prensliklere bölünmüştür.
Ama
bazıları, eski Sovyetler Birliği halklarının
artık özgür olduğunu söylüyorlar. Onlar,
*işsiz kalma;
eğer iş bulacak kadar talihliyseler, işverenlerinin
bankaları iflas ettiği için aylarca ücretsiz yaşama
özgürlüğüne,
*mafya milyonerleri
iseler Rolls-Royce marka araba alma özgürlüğüne,
*kirlenmiş su
içmekte özgürlüğüne,
*herhangi bir
köşe başında bir kaç peni karşılığı
para için soyulma özgürlüğüne sahipler.
Bugün Rus haber
filmlerinde göstericilerin Stalin portreleri taşımaları kimseyi
şaşırtmamalı! Göstericiler için Stalin resimleri, geçici olarak yoksun
bırakıldıkları sosyalizmi simgemektedir.
Eğer insanlar
bazan yaptıkları gibi- beni Stalinist olarak nitelerlerse, ben,
hak etmemiş olmakla birlikte bunu bir kompliman sayarım.
Başta
yeni-sömürge ülkeler olmak üzere tüm dünyada her yıl onmilyonlarca erkek,
kadın ve çocuğun yaşadığı yoksulluğun nedeni
olan kapitalist ve emperyalist sistemi yıkmak için bütün yaşamı
boyunca, savaşım vermiş büyük bir ilerici kişilik olan
Stalinin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Dünyanın en
büyük davası olan insanlığın kurtuluşu için bütün
yaşamı boyunca savaşım vermiş olan Stalinin
anısı önünde saygıyla eğiliyorum.