(Komünist
Liga Britanya- Haftasonu Okulunda Verilen Konferans)
1977
Bildiğiniz gibi Komünist Liga, Sovyetler Birliği tarihinin
tümünü kapsayan bir dizi rapor yayımlama süreci içindedir ve bu raporlar,
Sovyet Komünist Partisinin Genel Sekreteri orununu elinde tuttuğu uzun
dönem boyunca Stalinin oynadığı rolü tam olarak
açıklığa kavuşturacaktır.
Ne var ki, yoldaşlar Stalinin rolüne
ilişkin bu konferansın verilmesini istediler. Bununla birlikte, bunun,
ancak araştırma programının bu bölümünün bitirilmesine
kadar geçerli olabilecek eğreti ve geçici bir analiz
olacağını takdir edersiniz.
Başlarken, Komünist Liganın Stalinin
rolünü birinci derecede önemli bir sorun olarak görmediğini
söylemeliyim.
Stalinin Sovyetler Birliği Komünist Partisi
nin (SBKP) Genel Sekreteri olduğu dönem içinde 1922den öldüğü
1953e kadar- hem SBKP içinde hem de (1943de dağıtılmasına
kadar) Komünist Enternasyonal içinde bazı suç derekesinde hatalı
politikalar izlendiğine şüphe yoktur. Bu politikaların
yanlışlığını kabul etmemiz, onlardan
gereken dersleri çıkarmamız ve bu dersleri Britanyada
sosyalist devrimin zaferi programıyla kaynaştırmamız,
yaşamsal önem taşımaktadır.
Fakat, belirli bir bireyin -bu Stalininki
gibi son derece önemli bir rol olsa bile- SBKPnin doğru ya da
hatalı- politikalarındaki rolü, bizce birinci derecede önemli
bir sorun değildir.
Gene de, kendilerini Marksizm-Leninizme sadık
sayanlar ve revizyonist eğilimlere karşı çıkanlar
arasında bile öylesine büyük bir
kafakarışıklığı var ki, yoldaşların,
araştırmamız bunu olanaklı kıldığı
ölçüde Stalinin rolünün kabataslak bir çiziminin sunulmasını
istemeleri anlaşılabilir birşeydir.
Kanasusamış
Diktatör Söylencesi
Jozef Stalinin adının dünyadaki
insanların büyük çoğunluğuna kibirli, paranoyak,
kanasusamış diktatör imgesini
çağrıştırdığını söylemek,
sanırım haksızlık olmayacaktır.
İngiltere tarihinde buna en yakın
tarihsel figür, belki de, III. Richarddır. Okullarda okutulan tarih
kitaplarından ve Şekspirin anlattıklarından
öğrendiğimize göre, III. Richard küçük prensleri kulelerde öldüren
kambur bir canavar vb. idi.
Bu imgenin kaynaklandığı döneme
ilişkin belgelerin hemen hemen tümünün Henry Tudorun Richardı
devirmesini ve yeni bir hanedan kurmasını izleyen yıllara ait
olduğunu bazı tarihçiler daha son bir kaç yılda ortaya
çıkardılar. Bu tarihçiler, Tudorların, iktidarı ele
geçirmelerini bir tirandan kurtulma olarak sunmakta çıkarları
olduğunu ve son zamanlara kadar hakiki tarih olarak kabul edilenin
aslında siyasal propagandadan başka bir şey
olmadığını, III. Richardın kendisine atfedilen
suçları işlediğini ve onun diğer krallardan daha kötü ve
sakat olduğunu gösteren hiç bir kanıt bulunmadığını
kabul ettiler.
Demek ki, eğer Stalinin rolünü objektif bir
tarzda değerlendireceksek, genel olarak kabul gören tablonun
dayandığı kanıtları çok dikkatli bir biçimde gözden
geçirmeli ve bu tablonun hakikate uygun olup olmadığına,
kısmen ya da tamamen siyasal propagandaya dayalı bir söylence
olup olmadığına ondan sonra karar vermeliyiz.
Bu bağlamda, bu imgeyi ayakta tutmuş ve
tutmakta olan öğelerin hepsinin deburjuva tarihçileri, sosyalizme
barışçı parlamenter yoldan geçişi savunan revizyonist
Komünist Partilerinin liderleri, tek ülkede sosyalizmin inşası
olanağını reddeden troçkistler- Stalinin
dayandığı siyasal ilkelere karşı
olduklarını unutmamalıyız.
Bilimsel sosyalistler, Marksist-Leninistler olarak
bizim, eğer gerçekten işlenmişse, herhangi bir bireyin
suçlarının üstünü örtmekten en küçük bir çıkarımız
olmadığı tartışma götürmez.
Ama, eğer sosyalizmin inşasını
olanaklı kılacak doğru, bilimsel bir programa sahip bir
Marksist-Leninist parti kurmak istiyorsak, sosyalist bir toplumun inşa
edilmiş ve şimdi yokolmuş olduğu Sovyetler Birliğinde
gerçekte neler olduğunu bilmek
ve anlamak zorundayız. Böyle bir program, ancak hakikatı esas alarak
oluşturulabilir.
Sovyetler Birliğinin tarihine ilişkin tüm olguları
bilemeyeceğimiz açıktır. Fakat, bazı olguları biliyoruz ve genel olarak kabul gören
Stalin tablosu bu bilinen olgulara uymadığı takdirde, bu tabloyu
reddetmek zorunda
kalacağımız açıktır.
Hemen göze çarpan bir mantıksal
çelişmeyle karşı karşıyayız.
Stalinin, en azından yüzbinlerce dürüst sosyalist-zihniyetli
yurttaşın öldürülmesi ve hapsedilmesinden sorumlu olduğu ileri
sürülmektedir; eğer bu iddia doğruysa, ülkede bir üyesi, dostu ya da
komşusu Stalinin keyfi diktatörlüğünün kurbanı olmayan tek
bir aile bile olmamalıdır.
Ne var ki, Sovyet emekçi halkının genel
kitlesinin Stalinin ölümünü derinden ve içten bir üzüntüyle karşıladığı da bir
gerçektir. Öyle ki, ardılları ancak ölümünden üç yıl sonra onun sözde
suçlarına karşı, saldırıya geçebildiler. Onu bile,
ancak metni Sovyetler Birliğinde bugüne kadar henüz
yayımlanmamış bir gizli konuşma biçiminde yapabildiler.
Kişiye Tapınma
SBKPnin, ölümünden üç yıl sonra 1956da
toplanan 20. Kongresinde Staline kamu önünde yapılan tek eleştiri, kişiye tapınmada dile
getirilen eleştiridir.
Yaşadığı dönemde, Stalinin
çevresinde bir kişiye tapınmanın inşa edilmiş olduğu doğrudur ve
Marksist-Leninistler böylesi bir tapınmanın ilkesel olarak
yanlış olduğunu söyleyenlerin başında gelirler.
Kruşçov, böylesi bir kişiye
tapınmanın inşa edilmesini Stalinin sözde kibirliliğiyle
açıklamaktadır.
Ancak başkaları tarafından
övüldüklerinde mutlu olan kibirli kişiler, çok dar kafalı kişilerdir. Stalinin bir devrimci
olarak yaşamı, diğer özellikleri bir yana, onun asla dar
kafalı olmadığını
gösteren kanıtlarla dolup taştığına göre, burada
gene bir mantıksal çelişmeyle karşı
karşıyayız.
Peki, kendi çevresinde inşa edilen
kişiye tapınma karşısında Stalinin kendisinin
açıkça dile getirdiği tutumu neydi? O, bunu yeniden ve yeniden mahkum etti, lanetledi ve alaya
aldı. Stalinin tapınmaya karşı çok
sayıdaki yazı ve konuşmaları arasında yer alan bir
mektuptan bir alıntı sunuyorum. Bu mektup, Şubat 1938de,
kendisine Stalinin Çocukluğuna İlişkin Öyküler adlı
kitabın taslağını gönderen Çocuk Yayımevine hitaben
yazılmıştı:
Ben Stalinin Çocukluğuna İlişkin Öykülerin
yayımlanmasına şiddetle itiraz ediyorum. Bu kitap çok
sayıda maddi çarpıtmalar, yalanlar, abartmalar ve hakedilmemiş
övgülerle dolu. Yazar, peri masallarına meraklı olanlar
tarafından yanlış yönlendirilmiş... Ama, asıl önemli
olan bu değil. Asıl önemli olan, bu kitabın Sovyet halkına
(ve genel olarak halka) liderlerin ve yanılmaz kahramanların
kişiliklerine tapınma eğilimini
aşılamasıdır. Bu, tehlikeli ve zararlıdır.
Kahramanlar ve güruh teorisi Bolşeviklere değil,
Sosyalist-Devrimcilere özgüdür... Size bu kitabı çöpe atmanızı
tavsiye ederim.
Aslında revizyonistler de, Stalinin kamu önünde kişiye
tapınmaya sistemli bir biçimde karşı
çıktığını kabul etmek zorunda
kalmışlardır. Onlar, tapınmanın buna rağmen sürmesini,
Stalinin sözde ikiyüzlülüğüne bağlamakta ve onun
tapınmayı el altından teşvik ettiğini ileri
sürmektedirler.
Peki ama, Stalinin mide bulandırıcı
bir biçimde yüceltilmesi kimlerden kaynaklanıyordu?
Tapınmanın kurucusu, 1937deki açık yargılamasında
ihanetini itiraf eden Karl Radek
idi. Tapınmanın en ateşli ve tumturaklı
savunucularından biri de, 1956da tapınmayı lanetlemede
baş rolü oynamakla görevlendirilen Nikita Kruşçovdu. Tabii, tapınmanın bir
tür moda haline gelmesinden sonra bir çok dürüst komünist te bu akıma ayak
uydurdu; fakat, örneğin Vyaçeslav
Molotovun konuşmalarında, Kruşçovun Stalinin
sağlığında yaptığı konuşmalarda tipik
olanın tersine, Staline aşırı övgüler görülmez.
Bu bağlamda, Stalinin Lion Feuchtwangere aktardığı,
kişiye tapınmanın, ilerde kendisini gözden düşürmek için yıkıcılar tarafından kasıtlı olarak teşvik edildiği yolundaki keskin gözlemi son derece
ilginçtir. Yaşanmış olan tam da budur. Ve eğer Stalin bu
durumun farkında idiyse, o zaman onun kamu önünde kişiye
tapınmaya karşı çıkışının bütünüyle içtenlikli olduğu
dışındaki bir alternatif açıklama hemen hemen
olanaksız hale gelir.
Dolayısıyla, olgular Stalinin
tapınmaya karşı çıkışında bütünüyle
içtenlikli olduğu, ancak onun sürdürülmesini engelleyemediği vargısını
dayatmaktadır!
Ama, eğer bu kaçınılmaz vargı
doğru ise, bu vargıdan pek çok insan içtenlikle öyle olduğuna
inansa da- diktatör Stalin
tablosunun bütünüyle bir söylence olduğu mantıksal sonucu
çıkar. Bundan, Stalin ve siyasal olarak onu destekleyenlerin uzun bir
dönem boyunca SBKPnin yönetici organlarında azınlıkta ve onun siyasal muhaliflerinin ise çoğunlukta oldukları
mantıksal sonucu çıkar. Bundan, kişiye tapınmanın
Stalinin çevresinde, onun
muhalefetine rağmen,
gerçek durumu gözlerden saklamak,
Stalinin devrimci prestijini, bir yandan onun karşı
çıkabileceği politikaları meşru göstermek, bir yandan da
ilerde onu gözden düşürmek için inşa edildiği mantıksal
sonucu çıkar.
Kremlin Tutsağı
Stalini, SBKP liderliği içindeki gizli
revizyonist çoğunluğun tutsağı olarak resmeden bu
alışılmamış tabloyu ele alırken şu
noktanın akılda tutulması gerekir: Marksist-Leninistler,
işçi sınıfının genelkurmayı olan
Marksist-Leninist Partinin çoğunluk kararlarının aynı
zamanda azınlık ve (Genel Sekreter de içinde olmak üzere) bireyler
için de bağlayıcı olmasını içeren demokratik merkezselcilik örgütsel ilkesi
aracılığıyla oluşturulan- bir politika birliğine
dayanmasının zorunlu olduğu yolundaki ilkeye
sımsıkı bağlıdırlar.
Kuşkusuz, bir Marksist-Leninist, ancak Parti esas olarak Marksizm-Leninizme ve
işçi sınıfının çıkarlarına dayanmaya devam
ettiği sürece kendisini demokratik merkezselcilik ilkelerine
bağlı sayar. Bu bağlamda, SBKPnin Stalinin
sağlığında, onun ölümünden sonra aldığı
şimdi Sovyetler Birliğinde kapitalist ekonomik sistemin
restorasyonuna yol açmış olan -türden önlemler almamış
olması anlamlıdır. SBKPnin, Stalinin sağlığında
siyasal bakımdan
yanlış ve yeni bir devlet kapitalistleri
sınıfının doğmasının temellerini atan kararlar da
aldığı doğrudur. Ama bu kararlar, onun ölümünden sonra
alınan kararlardan nitelik olarak farklıydı; bu kararlar bir
Marksist-Leninistin kategorik olarak, Artık SBKP Marksist-Leninist bir parti değil,
revizyonist bir parti olduğu için bu durum beni demokratik merkezselciliği tanımamak ve kamu
önünde bu partinin politikalarını mahkum etmek zorunda
bırakıyor. demesine yol açacak karakterde değildi.
SBKP Merkez Komitesi Siyasal Bürosunun bileşimine bakacak olursak 1934ten
sonraki dönemin geneli itibariyle, onun üyelerinin çoğunluğunun daha
sonra revizyonist olduklarının açığa
çıktığını görürüz. Tabii, bu kişilerin o dönemde
Stalinin gerçek bağlaşıkları oldukları, ancak onun
ölümünden sonra onun siyasal karşıtları haline geldikleri de
söylenebilir. Ama onların Staline, çoktandır siyasal bakımdan muhalif olduklarını,
ama bunu kamu önünde söylemeyi uygun görmediklerini bizzat kendi anlatımlarından
biliyoruz.
Stalinin uzun bir süre boyunca gizli-revizyonist
çoğunluğun tutsağı olduğu yolundaki görüşün en
çarpıcı kanıtını, Ocak 1934te toplanan SBKP 17. Kongresinin
olguları sunmaktadır. Görünüşte bu kongrede, Genel Sekreterin
çevresinde tam bir oybirliği vardı. Daha önceki kongrelerin
hiç birinde bu kadar çok sayıda konuşmacı dehasından
ötürü Stalini övmemişlerdi. Açık muhalefet grupları
hatalarını kabul etmiş, hiziplerini dağıtmaya söz
vermiş ve Stalini ölçüsüz bir övgü yağmuruna tutanlara
katılmışlardı. Ama, kongrede, 100 küsur kişilik yeni
Merkez Komitesi için seçimler yapıldığında, adaylar
arasında en az oy alan Stalin oldu.
SBKPnin, 1956dan değil 1934 gibi erken bir
tarihten itibaren (o zaman gizli) revizyonistlerin egemenliği altında
bulunduğu hipotezini doğrulamak için yeterli kanıt
bulunduğu açıktır.
İşin aslına bakılırsa, ancak
bu hipotez Sovyetler Birliğinde yaşanan olayların mantıklı
bir açıklamasını sunmaktadır.
Aşırı Ücret Farklılıkları
Örneğin, Lenin ve Stalin kamu önündeki
tutumlarını her zaman, sosyalizm koşullarında işçilere
yapılan ödemelerin işin nicelik ve niteliğine göre belirlenmesi,
ancak ücret farklılıklarının kesinlikle
sınırlanması ilkesine dayandırmışlardı.
1930lara kadar bu ilkeye sıkıca uyulmuştu.
Bu pozisyonu değiştirme kampanyası,
bazı fabrika yöneticileri ve sendika görevlilerinin bir dizi sektörde tüm
işçiler için ücret eşitliğine gidilmesi uygulamasına
gitmeleriyle başlatıldı. Stalin Haziran 1931de ücretlerin
eşitlenmesini haklı olarak mahkum etti.
1934ten itibaren, SBKPnin yönetici organlarındaki revizyonist
çoğunluk bundan yola çıkarak, yani Stalinin ücretlerin
eşitlenmesini kınamasına ikiyüzlü bir tarzda göndermede
bulunarak giderek daha fazla büyüyen bir ücret farklılaşması
süreci başlattı. Sonunda yüksek bir devlet görevlisi bir işçinin
kazandığının 40 katından fazlasını
kazanır oldu; şoförünün sürdüğü ve hafta sonunda ailesini daçasına
götürmek için kullandığı arabası fiilen onun özel mülkü
haline geldi. Bir fabrika menajeri, aylık ve primleriyle birlikte,
fabrikasında çalışan işçinin ücretinin 30 katına kadar
para kazanır oldu. Ve daha önce olduğu gibi, Parti üyeliği onuru
nedeniyle mali bakımdan cezalandırılmak yerine SBKP üyeleri
ortalamanın üzerinde personelin çalışmasından ötürü
kuyruğa girmenin gerekli olmadığı ve kamuya açık
mağazalarda bulunmayan eşyanın bulunduğu özel
mağazalardan yararlanma gibi- her türlü ayrıcalığa sahip
oldular.
Bu aşırı farklılıklar,
toplumsal sistemin sosyalist karakterini ortadan kaldırmadı. Fakat
onlar, emekçi halk içinde yüksek ayrıcalıklara sahip bir
katmanın Stalinin ölümünden sonra revizyonizmi ve kapitalist ilkeleri
hevesle benimseyen bir katmanın- oluşmasının ve sonunda
yeni bir devlet kapitalistleri sömürücü sınıfının ortaya
çıkmasının temellerini attı.
Eğer Stalin, aşırı ücret
farklılıkları konusunda fikrini değiştirmiş olsaydı,
Onun bunu dile getirmesi beklenirdi. Ancak ben, Stalinin böyle bir
açıklama yaptığına ilişkin hiç bir kayda
rastlamadım. Öte yandan, bu politikaya karşı muhalefetini
sürdürmesi ve çoğunluğun kararının kendisini de
bağlaması halinde, onun kamu önünde bir açıklama yapmaması
ve muhalefetini Parti organları içinde dile getirmekle yetinmesi
nesnelerin doğası gereğiydi.
Böylelikle, kişiye tapınmanın,
Partinin demokratik merkezselciliğiyle yanyana bulunması, Stalinin son
derece büyük ücret farklılıkları politikasını desteklediği,
hatta kendisinin ücretlerde eşitlikçiliğe karşı
çıktığı gözönüne alındığında, Onun bu
politikanın mimarı olduğunun ima edilmesini olanaklı
kıldı.
Komünist
Enternasyonal İçindeki Durum
Hipotezimize Komünist Enternasyonalle
ilişkisi içinde göz atalım.
Çizilen tipik Komintern tablosu bu örgütün, Stalinin
denetiminde bir alet olduğu ve onun politikalarının üç
aşağı beş yukarı Stalinin kavrayışına
bağlı olarak sağa sola yalpaladığı biçimindedir.
Fakat bu tablo, bilinen olgularla
uyuşmamaktadır.
Örneğin, Komünist Enternasyonalin 1922de
toplanan 4. Kongresi sırasında, Leninin sağlığı
daha o zaman o kadar kötüydü ki, kongrede esas rolü Troçki
oynamıştı. Komünist Enternasyonale, -Komünist Partiden,
sosyal-demokrat partiden ve kitlesel sendikalardan alınacak bakanlardan
oluşacak ve daha sonra işçileri silahlandıracak, sermayenin
iktidarını yıkacak, üretim araçları üzerinde işçilerin
denetimini kuracak ve kapitalist devleti bir işçi devletine
dönüştürecek- sözde işçi hükümetleri kurmak için
çalışma revizyonist çizgisini, işte bu kongre
dayatmıştı.
Stalinin müdahalesi ilk kez
Komünist Enternasyonal in 1924te toplanan 5. Kongresinde oldu; bir önceki
kongrenin sosyalizme parlamenter yoldan geçiş
yanılsamasını besleyen- revizyonist çizgisinin reddi ve kapitalist
devletin devrimci yoldan yıkılması için işçilerin
seferber edilmesi doğrultusunda çalışma biçimindeki doğru
Marksist-Leninist çizginin kabulü, esas olarak Stalinin inisiyatifiyle
gerçekleştirildi.
Bunu izleyen dört yıllık sürede Stalinin
Kominternin çalışmalarında öndegelen bir rol
oynadığı kuşkusuzdur; Onun bu döneme ilişkin
Yapıtları Kominternin gündemine ilişkin çok sayıda
konuşma içermektedir. Fakat, Kominternin 1928de toplanan 6. Kongresi,
bir dizi önemli sorunda Stalinin şiddetle karşı
çıktığı bir çizgi benimsedi; daha sonraki birkaç yıl
boyunca Komünist Enternasyonal, uluslararası harekete -özellikle Komünist
Enternasyonalin Almanya Komünist Partisine dayattığı çizginin,
büyümekte olan faşizm tehlikesine karşı birleşik bir cephe
inşa etme kilit görevini fiilen baltaladığı Almanya
başta gelmek üzere- giderek daha fazla zarar veren ve zaman içinde daha da
derinleşen solcu bir rotaya girdi. Fakat, 1928den sonra artık,
Stalinin Komintern gündemine ilişkin konuşmalarına rastlanmaz;
Stalin, Kominternin yönetici organı olan Siyasal Sekretaryaya
seçilmemişti. Komünist Enternasyonalin denetimi, başını Dmitri
Manuilski ile Georgi Dimitrovun çektiği bir gizli
revizyonistler grubunun eline geçmişti.
Bir başka deyişle, Komintern, Stalinin
bu örgütteki fiili etkisinin ortadan kaldırılmasından
sonra Komünist Partilerine 1929-34 döneminin solcu taktiklerini; yani,
Komünistlerin, ayrı ve küçük kızıl sendikalar kurmak üzere
kitlesel sendikalardan ayrılması gerektiği, burjuva demokrasisi
ile faşizm arasında esasa ilişkin hiç bir fark
olmadığı, Almanyada işçi sınıfının
baş düşmanının faşizm değil de sosyal-demokrasi olduğu
türünden -Almanyada faşizmin zaferinde önemli bir rol oynayan- taktikleri
dayattı.
Ve Komünist Enternasyonalin 1935de
revizyonistlerin önderliğinde toplanan 7. Kongresi, 1922de Troçkinin
inisiyatifiyle kabul edilen sağ revizyonizme, yani parlamenter demokrasi
yoluyla, sözde seçimle işbaşına gelecek ve sermayenin
iktidarı içinde devrimci mevziler elde edebilecek, üretim üzerinde
işçi denetimi kurabilecek ve kapitalist devleti bir işçi devletine
dönüştürebilecek olan Halk Cephesi hükümetlerinin kurulması çizgisine
geri döndü.
Tabii, 1935e gelindiğinde Stalinin
Marksist-Leninist ilkelerden koptuğu ileri sürülebilir. Ama, Staline bu
çizgiyi kamu önünde onaylatmak, Komünist Enternasyonalin 7. (ve son)
Kongresinin revizyonist çizgisinin savunucularına sadece yarar
sağlardı. Böylesi bir onamanın asla gerçekleşmemiş
olması, Stalinin bu çizgiye kişisel muhalefetinin güçlü bir
dolaylı kanıtını oluşturur.
SBKP İçindeki Açık Muhalefet
Şimdi Sovyetler Birliğinin kendisine
dönebiliriz.
Hem Lenin hem de Stalin, işçi
sınıfının siyasal iktidarını kurmasından ve
sosyalist bir toplumun inşasına girişmesinden sonra sınıf
savaşımının süreceğinin her zaman altını
çizdiler. Revizyonistler, Stalinin bir yandan bunun böyle olduğunu ileri
sürmek, bir yandan da kapitalist sınıfın ortadan
kaldırılmış olduğunu söylemek suretiyle kendi kendisiyle
çeliştiğini belirterek eleştirmeye bayılırlar.
Evet, bellibaşlı üretim araçları
toplumsallaştırıldığında, kapitalist
sınıf, emekçi halkı sömüren üretim araçları sahibi
sınıf ortadan kaldırılmış olacaktır. Ancak,
bu sabık sınıfın mensupları, çoğunlukla varolmaya
devam ederler; parasal biriktirimleri tükendiğinde çalışmak ve
işçi sınıfının bir parçası haline gelmek zorunda
kalabilirler. Ama onlar bundan ötürü, kaçınılmaz olarak işçi
sınıfının bakış açısını
benimsemezler. Onlar, eski sistem koşullarında sahip oldukları
mülk ve statüyü yeniden ele geçirmenin özlemiyle yanıp tutuşur
ve kendilerinden çalınan şeyleri geri alabilmek için doğal
olarak biraraya gelir ve komplolar kurar, ama bu arada, bütün bunları
açgözlülük ve bencillik gibi motiflerle değil, özgürlük, demokrasi ve
uygarlık yararına yaptıklarına inanırlar.
Asıl mülksüzleştirilen kapitalistlerin ölümüyle
de bu siyasal muhalefet sona ermez. Onlar bakış
açılarını kendi çocuklarına ve çocuklarının
çocuklarına aktarabilmekte, onlara ailenin bir köşkünün ve
hizmetçilerinin olduğu o eski güzel günlere özlem duymayı ve o
günleri geri getirmek için çalışmayı öğretebilmektedirler.
Sovyet yönetiminin ilk günlerinde bu
karşı-devrimci siyasal muhalefet, mensuplarının kapitalist
ülkelerin çoğunun yabancı müdahale ordularının
yardımını aldığı
silahlı iç savaş biçimine büründü. Bu muhalefet,
aynı zamanda, Sovyet iktidarını çökertmek amacıyla
karşı-devrimi desteklediklerinden dolayı
bastırılmalarına kadar geçen süre içinde, Kadetler,
Menşevikler vb. pro-kapitalist siyasal partilerin siyasal muhalefeti
biçimine büründü.
Burjuva partilerinin bastırılması
nedeniyle, Komünist Partisinin biricik yasal parti haline gelmesini izleyen
dönemde, Sovyet yönetimine karşı Komünist Partisi içindeki
muhalefet hiziplerinin yürüttüğü siyasal muhalefet hala açık
bir biçime bürünmekteydi. Tabii, Parti içindeki bu siyasal muhalefetlerin
biçimi, anti-Bolşevik partilerin muhalefetlerininkinden
farklıydı; bu muhalefetler kendilerini sosyalist ve Marksist
olarak gösteriyor ve hatta Lenin ve Stalinden daha iyi Marksist
olduklarını ileri sürüyorlardı. Ama, birbirini izleyen her
durumda Lenin ve Staline muhalefetlerinde ortaya koydukları siyasal
çizgi, yaşama geçirilmesi halinde sosyalizmin inşasını sekteye
uğratacak nitelikteydi.
Elbette, Rusya Komünist Partisi içindeki bu hizip
muhalefeti, büyük çoğunluğuna Parti üyeliğinin kapalı
olduğu eski kapitalistler tarafından yürütülmemekteydi. Fakat, her
Marksist-Leninist Partide, işçi sınıfının
bakış açısına sahip üye kitlesi dışında,
partiye küçük-burjuva bakış açısını -yani esas
olarak burjuva karakter taşıyan bir bakış
açısını- getiren ve muhafaza eden belli sayıda üyeler de
bulunur. Öte yandan, kasıtlı olarak onu çökertmek amacıyla bu
Partilere az sayıda gizli ajan da kaçınılmaz olarak
sızacaktır: küçük-burjuva bakış açısına sahip
Parti üyeleri ise, bu ajanların üzerinde etkinlik gösterdiği zemini
sağlarlar.
Dolayısıyla, Marksist-Leninist bir Parti
içindeki hizip savaşımları aslında, işçi
sınıfıyla kapitalist (ya da sabık-kapitalist)
sınıf arasındaki sınıf
savaşımının bir yansımasından başka bir
şey değildirler.
Örneğin, 1920lerde SBKP içindeki muhalefetin
çizgisinin kilit noktalarından biri, tek ülkede sosyalizmin
inşasının olanaksız olduğu, bundan dolayı
Sovyet hükümetinin uluslararası devrimci görevini,
Kızılorduyu, işçilerin kapitalizmi yıkmalarına
yardımcı olmak üzere Batı Avrupaya göndermek suretiyle yerine
getirmesi gerektiği biçimindeydi.
Uygulamaya konulması halinde, Sovyet Rusyada
işçi sınıfı iktidarının yıkılmasından
başka bir sonuç veremeyecek olan bu suç derekesindeki hatalı
politikaya karşı saldırıyı yöneten ve onun Partinin
ezici çoğunluğu tarafından reddedilmesini sağlayan Stalin
oldu.
Komplocu
ve Terörist Bir Örgüt
Bu yenilgi ve öndegelen muhalefet lideri Leon
Troçkinin Sovyetler Birliğinden kovulması, geriye kalan
muhalefet üyelerini, Stalinin çevresindeki önderliğin politikalarına
karşı cepheden muhalefetin yakın gelecekte
başarılı olma şansının olmadığını
kabul etmek zorunda bıraktı. Bu yüzden onlar taktiklerini
değiştirdiler; açıkça muhalefet yürütmekten vazgeçtiler; eski
hatalarını mahkum ettiler ve her türlü hizip
çalışmasını durduracaklarına söz verdiler.
Kuruluşundan bu yana, (Rusya-ç. n.) Komünist Partisinde ilk kez siyasal
oybirliği sağlanmış gözüküyordu.
Muhalefet, yeni taktikleri uyarınca üyelerini
Parti ve devlet aygıtı içinde öndegelen ve etkili orunlara
yerleştirmeye ve izlemek istedikleri revizyonist siyasal çizginin
uzlaşmaz karşıtları saydıkları Parti üyelerini terörizm
metotlarıyla ortadan kaldırmaya girişti. Siyasal
muhalefet, Stalinin anlatımıyla, gizli ve terörist bir örgüt
haline geldi.
İstisnasız bütün devletlerde güvenlik
polisi, devlet aygıtının önemli bir öğesini
oluşturur. Bu bakımdan, muhalefetin komplo planlarının
kilit noktalarından biri, güvenlik polisinin denetimini ele geçirmekti.
Sovyet güvenlik polisinin başı Vyaçeslav
Menzhinski 1934te öldü ve yerini eski yardımcısı Henrikh
Yagodaya bıraktı. 1938de ihanet suçlamasıyla
yargılanması sırasında Yagoda, bir süredir gizli komplonun
bir parçası olduğunu ve Menzhinskinin, doğal nedenlere
bağlı olarak gerçekleşmiş gibi gösterilerek öldürülmesini
düzenlediğini itiraf etti.
Bunu izleyen dört yıllık süre içinde NKVD
(İçişleri Halk Komiserliği-ç. n.), ilk önce onu esas olarak
muhalefet üyelerinin komplosuna katılanları korumak için
kullanan muhalefetin elindeydi. Bu arada, muhalefet, uzlaşmaz
karşıtları saydıkları Parti ve devlet liderlerine
karşı kapsamlı bir cinayet kampanyasına
girişmişti. Bu cinayetler için seçilen ana metot, adıgeçen
yöneticilere eşlik eden doktorların yani ya zaten muhalefet
komplosunun üyeleri olan ya da baskı ya da şantaj yoluyla bu komploya
hizmet etmeye zorlanan tıp görevlilerinin- kullanılmasıydı.
Bir lider hastalandığında doktor çağrılıyor,
yanlış tedavi uygulanıyor ve hasta ölüyor, ardından doktor
hastanın doğal nedenlerle öldüğü yolunda bir ölüm
sertifikası imzalıyordu. Muhalefet liderleri ise ölünün ardından
gazetelere derin üzüntülerini anlatan abartılı taziye mesajları
gönderiyorlardı.
Bu yolla ortadan kaldırılan önemli
liderler arasında (Menzhinskinin dışında) Valeryan
Kuybişev (Yüksek Ekonomi Konseyi Başkanı ve Parti Siyasal
Büro üyesi) ve yazar Maksim Gorki de vardı.
Artık Siyasal Büroda azınlığa
düşmüş olan Stalin, (muhalefetin bu atağına-ç. n.) Parti
Genel Sekreteri sıfatıyla sahip olduğu sınırlı
iktidarı kullanarak, kişisel koruma birimini yeni baştan
örgütlemek ve onu, kendi denetimi ve Aleksandr Poskrebişevin
yönetimi altında bir istihbarat servisine dönüştürmek
suretiyle yanıt verdi.
Daha sonra, Aralık 1934de Sergey Kirov
(Leningrad Parti Sekreteri ve Parti Siyasal Büro üyesi), muhalefetin öndegelen
üyelerinden olan ve Ekim Devriminin kararlaştırılan tarihini
kapitalist basına açıklamış olmalarıyla tanınan- Grigori
Zinovyev ile Lev Kamenevin dostu olan Leonid Nikolayev
adlı birisi tarafından vurularak öldürüldü. Başında
Yagodanın bulunduğu NKVD, Kirov cinayetinden ötürü bir dizi eski
aristokratı komplo düzenleme savıyla tutukladı.
Bununla birlikte, Stalinin istihbarat servisi,
Onun kişisel denetimi altında Kirov cinayetini
bağımsız olarak soruşturdu. Bu servis Nikolayevin,
başını Zinovyev ile Kamenevin çektiği Leningraddaki
muhalefet çevresine üye olduğunu, Nikolayevin cinayetten birkaç gün önce
üzerinde bir tabanca ve Kirovun bürosuna gidiş ve gelişinde
kullandığı yolu gösteren bir harita olduğu halde NKVD
tarafından yakalandığını ve ardından serbest
bırakıldığını ortaya çıkardı. Genel
Sekreterin istihbarat servisinin hazırladığı rapor üzerine,
NKVD, Zinovyev ve Kamenevin yanısıra yerel NKVD yöneticisini
tutuklamak zorunda kaldı. Zinovyev ile Kamenev, Nikolayevi cinayeti
işlemeye teşvik eden bir atmosfer yaratmaktan suçlu bulundular ve
kısa süreli bir hapis cezasına çarptırıldılar.
Ancak, Stalinin istihbarat servisi Kirov
cinayetine ilişkin soruşturmasını sürdürdü ve
Zinovyev ile Kamenevin cinayetten sadece moral açıdan sorumlu olmakla
kalmadıklarını, onun planlamasında doğrudan yer
aldıklarını ortaya çıkardı. Bunun üzerine onlar,
bu daha ağır suçlama temelinde yeniden yargılandılar,
suçluluklarını kabul ettiler ve ölüm cezasına mahkum edildiler.
1935-36da Stalin, devlet güvenlik polisinin
beceriksizliğini bir kaç kez eleştirdi. Bunun üzerine NKVDnin
başı Yagoda (Eylül 1936da) sonunda görevinden
alındı ve yerine daha sonra kendisinin de muhalefet komplosunun
bir üyesi olduğu anlaşılacak olan- yardımcısı Nikolay
Yezhov getirildi.
1937 ve 1938de Yezhovun yönetimindeki NKVD
Stalinin eleştirisini dikkate almış gözükerek- son derece
aktif bir rota izledi. O, gerçek komplocuları korurken çok sayıda tümüyle
dürüst Komünisti sahte suçlamalarla tutukladı ve hapse attı.
Yargılamalar
1937 ve 1938 yıllarında Stalinin
istihbarat servisi bağımsız soruşturmalarını
sürdürdü ve NKVDye, muhalefet komplosunun öndegelen isimlerinin Karl
Radek, Yuri Piyatakov ve (NKVDnin sabık yöneticisi) Henrikh
Yagodanın yanısıra içlerinde Genelkurmay Başkanı
Mareşal Mikail Tukaçevskinin de bulunduğu bir dizi
Kızılordu üst düzey subayı- ihanetine ilişkin tartışma
götürmez kanıtlar sunarak NKVDyi onları tutuklamak ve mahkemeye
çıkarmak zorunda bıraktı.
Sivil sanıklar açık duruşmalarda
yargılandılar, suçluluklarını kabul ettiler ve ölüm
ya da uzun hapis cezalarına çarptırıldılar.
NKVDnin başındaki komplocular, kendi
denetimleri dışındaki koşullara bağlı olarak
sanıkların duruşmalara çıkarılmalarını
önleyememekle birlikte, savcıların kayıtsız
bakışları altında sanıkların mahkeme
anlatımlarında, en basit bir denetimin bile
yanlışlığını açığa
çıkarabileceği bir-iki küçük hata yapmasına izin verdiler
ve böylelikle duruşmaların güvenilirliği üzerine belirli bir
şüphe gölgesi düşürülmesine yardımcı oldular. Örneğin,
(Ağustos 1936daki Zinovyev-Kamenev yargılamasının
sanıklarından biri olan) Eduard Holtzmann Troçkinin oğlu Lev
Sedov ile komplo amaçlı bir görüşme yaptığını
kabul etti; ama bu duruşmanın Kopenhagdaki Hotel Bristolde
gerçekleştiğini söyledi. Sürgündeki Troçki ise, Hotel Bristolün bu
sözümona görüşmeden yıllarca önce yıkılmış
olduğuna işaret etmek ve yargılamanın tümünün adli
sahtekarlık olarak nitelemek suretiyle reddedilmesi gerektiğini
ileri sürdü.
Kuşkusuz, bilindiği gibi uydurma
kanıtlar oluşturulabilir, tanıklar yalan söyleyebilir; sahte
suçlamalar ve adli sahtekarlıklar da görülmemiş şeyler
değildir.
Ancak, bu yargılamaların önemli bir
özelliği sanıkların, Alman ve Japon istihbarat servisleriyle
işbirliği halinde casusluk da içinde olmak üzere ihanet komplosuna
ilişkin suçlamaların tümünü kabul etmiş olmalarıdır.
Troçkinin, iyi Komünistler olan sanıkların adli sahtekarlık
kurbanı oldukları yolundaki savının kabul edilmesini
güçleştiren, her şeyden önce, işte bu itiraflardır.
Bu güçlüğü açıklamak için ileri sürülen
teorilere bir göz atalım.
Birincisi, işkence. Bazı dürüst
Komünistleri işkence yoluyla sahte ihanet itirafları yapmaya zorlamak
elbette olanaklıdır. Fakat, mahkemede bunu sergileme
olanağı bulunmaktaydı. Ne var ki, çok sayıda sanıktan
hiç biri böyle bir girişimde bulunmadı; hatta, kendilerine
açıkça, yargılama öncesinde herhangi bir baskıya
uğrayıp uğramadıkları sorulanların hepsi de bu
soruya olumsuz yanıt vermiştir.
İkincisi, ilaçlar. Ancak, tıp
bilimi, insanları bir yandan tümüyle gerçekdışı
suçlamaları itiraf etmeye zorlarken, bir yandan da diğer bütün
bakımlardan tümüyle normal davranmalarını, hatta savcıyla
karşılıklı tartışmaya girmelerini sağlayan
bir ilacın varlığından habersizdir.
Üçüncüsü, sahte itiraflarda bulunmaları
halinde bağışlanacakları vaadi. Bu teori, belki ilk
yargılamalar bağlamında hesaba katılabilir. Fakat, Zinovyev
ile Kamenevin idam edilmelerinden sonraki yargılamalar için bu
olasılık asla geçerli olamaz.
Dördüncüsü, Staline sadakat.
Sanıkların hemen hemen tümünün yıllardır Staline
karşı açıkça kampanya yürütmekte oldukları gözönüne
alındığında bu, anılan teoriler arasında en az
inandırıcı olanı olmaktadır.
Nisan 1937de, Leon Troçkiyi Savunma Komitesi, o
zaman Troçkinin yaşamakta olduğu Meksikada Sovyetler
Birliğindeki yargılamalara ilişkin bir Soruşturma
Komisyonu topladı. Eğer masum idilerse, dürüst kıdemli
devrimcilerin açık mahkeme sürecinden masum olduklarını ilan
etmek için yararlanmalarının neden gerekmediği yolundaki bir
soruya Troçki sadece şu yanıtı verebildi:
Bu tür soruları yanıtlamakla yükümlü
değilim.
Yargılamaları izleyen deneyimli gazetecilerin,
avukatların ve diplomatların büyük çoğunluğunun mahkeme
sürecinin güvenilirliği ve sanıkların suçluluğu konusunda hiç
bir kuşkularının olmaması anlamlıdır.
Örneğin, ABDnin Moskova elçiliğine atanmadan önce kendisi de bir
avukat olan Joseph Davies şöyle yazıyordu:
Bu mahkeme süreci, insan doğasının
bütün temel zaaf ve kusurlarını, kişisel ihtirasların en
kötü örneklerini gözler önüne seriyor. O, bu hükümeti alaşağı
etmeye çok yaklaşmış olan bir komplonun ana çizgilerini ortaya
koyuyor...
Bence, Sovyet hukukuna göre siyasal sanıklar
açısından, onların ihanetten mahkum edilmelerini haklı
çıkaracak düzeyde suçların işlenmiş olduğu,...
herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek biçimde kanıtlanmıştır
(...)... Yargılamayı en düzenli bir biçimde izleyen diplomatların
kanısı, genel olarak, davanın, çok çetin bir siyasal muhalefetin
ve son derece ciddi bir komplonun varlığını
kanıtladığı doğrultusundaydı; bu da Sovyetler
Birliğinde son altı aydır yaşanmakta olan ve şimdiye
kadar açıklanamayan olayların bir çoğunu diplomatlar
açısından aydınlığa kavuşturuyordu. (J. E.
Davies, Mission to Moscow, Cilt 1, 1942, Londra, s. 177, 178-79)
Kanıtların askeri niteliği yüzünden
Tukaçevski ve diğer öndegelen generaller savaş divanı
tarafından gizli olarak yargılandılar.
Dolayısıyla, son yıllarda haksız yargılama
savları bu yargılama üzerinde odaklandı. Hem İngiliz
hem de Çekoslovak istihbarat servislerinin, Tukaçevskinin Nazi
Almanyası hesabına hainane çalışmaları konusunda
Moskovaya uyarılarda bulundukları kabul edilmektedir; fakat
bu durum, onun aslında Sovyet devletine sadık olduğu halde,
Sovyetler Birliğinin askeri gücünü zayıflatmak isteyen Alman
istihbarat servisinin düzenlediği bir oyunun kurbanı olduğu
teorisiyle açıklanmaktadır. Bu teorinin hesabına üzücü olmakla
birlikte, Tukaçevskinin yurtdışı gezilerinde pro-Nazi
sempatisini gizlemediğinin yeterince kanıtı olduğu
belirtilmelidir. Örneğin, Fransız gazetecisi Genevieve Tabouis,
They Called Me Cassandra adlı kitabında şunları
yazmıştı:
Tukaçevskiyle son karşılaşmam Kral Beşinci
Georgeun cenaze töreninden bir gün sonra olacaktı. Sovyet
elçiliğinde verilen yemekte Rus generali çok konuşkandı... O,
Almanyaya yaptığı geziden daha yeni dönmüştü ve Nazilere
ateşli övgüler yağdırıyordu. Sağ yanıma
oturmuş olan Tukaçevski durmadan, Onlar daha şimdiden yenilmezlik
noktasına ulaşmışlar, Madame Tabouis! deyip duruyordu... O
akşam onun bu coşkusundan dehşete kapılan tek kişi ben
değildim.
Özetlemek gerekirse, 1936-38
yargılamalarına ilişkin bilinen olguların, mahkemelerde
yargılanan sanıkların aynen iddia makamınca ileri
sürüldüğü gibi suçlu olmaları dışında hiç bir
açıklaması yapılamamıştır. Bununla birlikte,
öndegelen komplocuların ancak daha çok göze batanlarının, esas
olarak açık muhalefet geçmişi bulunanlarının
saptandığı ve etkisizleştirildiği şimdi daha iyi
anlaşılmaktadır. Tutuklanan komplo mensuplarının,
açığa çıkmamış suçortaklarını korumak amacıyla
ancak yetkililerin keşfettiği verileri kabul etmeleri ve bunun
ötesinde bir itirafta bulunmamaları konusunda aralarında önceden
anlaştıkları kuşkusuzdur. Bu yüzdendir ki, Zinovyev ile
Kamenev ilk yargılanmaları sırasında,
konuşmalarının Kirovun öldürülmesini teşvik eden bir
atmosfer yarattığını kabul ettiler ve bundan ötürü çok
üzgün olduklarını söylediler. Onlar, ancak ikinci
yargılanmaları sırasında, yeni kanıtlar
keşfedildikten sonra suça ortak olduklarını kabul
ettiler.
Berianın Rolü
Kayıtlardan da görülebileceği gibi, 1937
ve 1938 yıllarında Stalin, sadece gerçek hainleri korumakla
kalmadığını, ama aynı zamanda çok sayıda
dürüst yoldaşı yasadışı bir tarzda
tutukladığını ileri sürdüğü NKVDyi
eleştirmeye devam etti. Stalinin kişisel inisiyatifi sonucunda
Aralık 1938de Yezhov NKVD Başkanlığı görevinden
alındı ve yerine Stalinin eski bir çalışma
arkadaşı olan Lavrenti Beria getirildi.
Stalinin ölümünden sonra SBKPnin rakipsiz
liderleri haline gelen revizyonistler, devlet güvenlik polisinin başı
sıfatıyla iktidarı kötüye kullandığını ileri
sürdükleri Beriayı, Stalinin ardından ikinci baş suçlu
olarak sayıyorlardı.
Bununla birlikte, Berianın NKVD
Başkanı orununda bulunduğu dönemin tümü boyunca -Aralık
1938den Ocak 1946ya kadar- güvenlik polisi tek bir öndegelen
kişiyi bile tutuklamadı. Daha
sonraki olayların ışığında baktığımızda,
bunlardan bazılarının tutuklanmış
olmalarının gerektiğini söyleyebiliriz. Ama
aslında, Berianın yönetimi altındaki NKVD, savaşın
patlak vermesine kadar geçen sürede Yagoda ve Yezhov dönemlerinde tutuklanan
tüm mahkumların dosyalarını yeniden soruşturmakla
uğraşıyordu. Bunun sonucunda, (o zaman İngiliz
gazetelerinin muhabirlerinin de tanıklık etmiş oldukları
gibi) binlerce siyasal mahkum aklandı ve evlerine dönmek üzere tahliye
edildi.
Gerçekten de hakikat, Kruşçovun
SBKPnin 20. Kongresindeki gizli konuşmasında çizdiği Beria
tablosundan bütünüyle farklıdır. Ama, büyük anti-sosyalist komplonun
açığa çıkarılamamış öğeleri oldukları
dikkate alındığında, SBKPnin Stalin-sonrası
liderlerinin, komplocuların planlarını yaşama geçirmelerini
engellemede Staline yardımcı olan Beriaya ve her ikisine
karşı neden bu denli büyük nefret besledikleri
anlaşılabilir.
Stalinin çevresinde kişiye
tapınmanın inşa edilmesi revizyonistlere büyük avantajlar
sağlamakla birlikte, bu durum onlar açısından iki önemli dezavantaj
da yaratmaktaydı.
Birincisi, bu koşullar, SBKPnin yönetici
organlarında çoğunluğa sahip olsalar da, Stalin sağ ve
siyasal bakımdan aktif olduğu sürece revizyonistlerin sosyalist
toplumun temellerini açıkça zayıflatacak, kapitalist toplumun özelliklerinden
herhangi birini açıkça restore edecek önlemler almalarını fiilen
önledi. Bu koşullar revizyonistlerin böyle davranmalarına izin
vermedi; çünkü bu tür önlemler alan bir partinin artık
Marksist-Leninist bir parti olmadığı ortaya çıkacak ve
bu durumda demokratik merkezselciliğin gereği olan disiplin
Marksist-Leninistler bakımından bağlayıcı olmaktan
çıkacaktı. O zaman kişiye tapınma sonuç itibariyle,
Stalinin başını çektiği Marksist-Leninist
azınlığın revizyonist çoğunluğu
kınamasına büyük bir ağırlık kazandıracak ve
sosyalist toplumu yokolmaktan kurtarmak amacıyla partinin
Marksist-Leninist çizgide yenibaştan kuruluşu için Sovyet emekçi
halkına yapılabilecek herhangi bir çağrıyı daha
güçlü kılacaktı.
Bu bağlamda, Sovyet toplumunda işçi
sınıfının önder rolünü zayıflatan ilk belirgin
önlemlerin Stalinin 1952de kaleme aldığı SSCBnde
Sosyalizmin Ekonomik Sorunları adlı yapıtında mahkum
ettiği adımın, yani Devlet Makine ve Traktör İstasyonlarının
kollektif çiftliklere devri kampanyasının- Stalinin geriye kalan
Marksist-Leninist çalışma arkadaşlarının Vyaçeslav
Molotov, Lazar Kaganoviç ve Lavrenti Beria- tüm etkili
orunlardan atılmalarından (ya da Berianın durumunda
vurulmasından) sonra alınmış olması
anlamlıdır.
İkincisi, Stalinin, Partinin Genel Sekreteri sıfatıyla
kendisini küçük, ama etkili bir güç aygıtıyla
kuşatmış olması, onun ancak bir tür askeri darbeyle
görevinden alınabileceği anlamına geliyordu. Revizyonistlerin,
Stalinin çevresinde bir kişiye tapınma inşa etmiş
olmaları, böylesi bir askeri darbeye belirgin bir karşı-devrimci
darbe karakteri kazandıracaktı. Böylesi bir darbenin Sovyet emekçi
halk yığınlarının desteğini kazanması, ancak
onların Staline karşı nefret ve öfkeyle dolmalarına
yol açacak olağanüstü bir bunalım koşullarında
olanaklı olabilirdi.
Muhalefet komplosunun planlarının, Almanyayla
yaklaşmakta olan savaş bağlamında tam da bu türden
koşulları oluşturmak amacıyla biçimlendirildiğini
gösteren yeterince kanıt bulunmaktadır.
Mart 1938de Nikolay Buharin ve
diğerlerinin yargılanması sırasında sanıklar,
Almanyanın Sovyetler Birliğine saldırısı üzerine
Sovyet Yüksek Komutanlığının cepheyi Alman
ordularına açması ve onların hızla Moskova
kapılarına kadar ilerlemelerine izin vermesi konusunda Nazi
Almanyasının istihbarat servisiyle
anlaştıklarını itiraf ettiler. Revizyonistler tam da o
sırada, SBKPnin yönetici organlarındaki revizyonist
çoğunluğun destekleyeceği bir askeri darbe yapacaklardı.
Kişiye tapınma ya göre her şeyi kişisel olarak denetlediği
varsayıldığı için Stalin ile diğer öndegelen
Marksist-Leninistler Sovyetler Birliğinin savunmasını sabote
ettikleri suçlamasıyla tutuklanacaklardı. Daha sonra, yeni Sovyet
hükümeti, ödül olarak Ukrayna ve Belarusyayı ilhak edecek olan
Almanya ile bir barış anlaşması yapacak, dahası bunu
yaparken Leninin 1918de Brest-Litovsk Anlaşması sırasında
başvurduğu taktikleri, bu adımın Leninist öncelleri olarak
sunacaktı. Daha sonra, yeni Sovyet hükümeti, Sovyetler Birliğinin
geriye kalan bölümünde, Stalin döneminin suçlarını sergileyecek,
sosyalizm bayrağını muhafaza ederken, sosyalist ekonomiyi bir
çeşit devlet kapitalizmine dönüştürecek reformlar
gerçekleştirecekti.
1938 yargılamasının
sanıklarına göre plan böyleydi. Şimdi bunu 1941de gerçekten
olup bitenlerle karşılaştıralım.
1941
O yılın ilkbaharında Alman Yüksek
Komutanlığı Sovyet sınırına milyonlarca asker
yığdı. Sovyet istihbarat elemanları, işgalin
başlayacağı gün de içinde olmak üzere Hitlerin
tasarladığı Barbarossa Operasyonunun ayrıntılarını
Moskovaya, tümüyle doğru bir biçimde bildirdiler. İngiliz ve
diğer yabancı istihbarat servisleri hemen hemen benzer
uyarılarda bulundular. Ama gene de Sovyet hükümeti Sovyet silahlı
kuvvetlerini seferber etmek için tek bir adım bile atmadı; hatta
sınır birliklerini bile alarm haline geçirmedi.
Bunun sonucunda, 22 Haziran 1941de
Almanyanın kitlesel işgali başladığında Sovyet
birlikleri tümüyle gafil avlandılar ve düşmanın
sayısal üstünlüğü karşısında ezildiler. Sovyet hava
kuvvetlerinin büyük bir bölümü daha havalanamadan yokedildi.
Batı Avrupanın tümünün sanayisi tarafından
donatılmış bulunan Alman ordusu, gerçekten de kısa bir süre
içinde Moskovanın kapılarını dövmeye başladı.
Olayların bu doğrultuda gelişimi,
yetersizlikle açıklanamaz. Bu, ancak ihanetle açıklanabilir.
Bu gelişmeler, komplocuların Mart 1938
yargılamasında açıkladıkları planlarla tam bir uyum
göstermekteydi.
Bu analiz, İkinci Dünya
Savaşının en büyük gizlerinden birini, yani, kuşkusuz son
derece yetenekli olan Alman silahlı kuvvetlerinin Sovyetler
Birliğine sırtlarında kışlık giysileri ve
araçlarında antifriz olmaksızın gitmelerinin ki, her
ikisi de bu kuvvetlerin 1941-42 kışında
uğradıkları askeri felakete katkıda bulundu- ardında
yatan nedeni açıklamaktadır. Salt askeri açıdan
bakıldığında, bir onbaşı bile Almanyanın
Sovyetler Birliğinin engin topraklarını kış gelmeden
zaptedeceğini umamazdı. Ama tabii, eğer bütün planlar,
savaşın patlak vermesinden birkaç hafta sonra Moskovada bir askeri
darbenin meydana gelmesi ve ardından bir ateşkes ve bir
barış anlaşmasının imzalanması beklentisine göre
düzenlenmiş ise, o zaman her şey ilk kez yerli yerine oturur.
Şimdi Sovyet Partisi ve devletine egemen olan
revizyonistler, Sovyet ordusunun Haziran 1941de uğradığı
bozgundan ötürü Stalini suçlamaktadırlar. Büyük Yurtsever
Savaşın resmi tarihine göre, Stalin siyasal açıdan o denli
saf idi ki, Sovyetler Birliğiyle 1939 sonbaharında
imzaladıkları saldırmazlık paktı nedeniyle Nazilere
güvenilebileceği gerekçesiyle Alman planlarına ilişkin bütün
istihbarat raporlarını reddetti.
Fakat, bu açıklama da bilinen olgularla uyuşmamaktadır.
Başka özellikleri ne olursa olsun, Stalin asla
siyasal açıdan saf bir kişi değildi. Stalin 1931de
Sovyet halkını, Sovyetler Birliğinin kaçınılmaz
olarak yaklaşan savaşta yok edilmek istemiyorsa Sovyet ağır
sanayisini on yıl içinde inşa etmesi gerektiğini söyleyerek
uyarmıştı. O, SBKPnin 1939daki 18. Kongresinde, Batı
Avrupa emperyalist devletlerinin, Sovyetler Birliğine karşı
bir Alman saldırısını kışkırtmayı
hedefleyen yatıştırma politikasını bir bütün
olarak doğru bir analize tabi tuttu. 1941 ilkbaharında, esas olarak
Kızılordu subaylarına hitaben bir dizi konuşma yapan Stalin
onları Alman saldırısının
yakınlığı konusunda uyardı. Örneğin O, 5
Mayıs 1941de askeri akademilerin mezunlarının bir
toplantısında yaptığı konuşmada, 1942ye kadar
bir Alman saldırısının hemen hemen kaçınılmaz
olduğunu, bu andan Ağustos 1941e kadar olan dönemin ise en
tehlikeli dönem olduğunu söyledi.
Eğer bu analiz doğruysa ki, ben bu
analizin bilinen olgularla uyuşan tek analiz olduğunu
düşünüyorum- o zaman, Sovyetler Birliğinin 1941de
uğradığı korkunç yenilgilerden sorumlu olan
komplocuların neden planlarını mantıksal sonucuna, yani bir
askeri darbeye kadar götürmedikleri sorusu sorulmalıdır. Bence, bu
sorunun yanıtı, o günlerin tüm Sovyetler Birliği gözlemcilerinin
oybirliğiyle tanıklık ettikleri bir olguda, yani yenilgilerin
şokunun Sovyet emekçi halkında bu yenilgilere ülke içinde bir günah
keçisi arama isteği, ne pahasına olursa olsun barışa
kavuşma isteği yaratmamış olması olgusunda
aranmalıdır. Bu yenilgilerin tiksinti, öfke ve nefret duyguları
doğurduğu kesin; ama bu duygular Staline değil, Alman
işgal güçlerine yönelmişti. Bu duygular o denli yaygın ve
yoğundu ki, halk Stalini tutuklamaya ve barış dilenmeye
kalkacak herhangi bir politikacı ya da subay grubunu çıplak elleriyle
parçalardı.
Savaşın ilk onbeş günü boyunca
Stalin kamuya hiç bir açıklama yapmadı ve halkın önüne
çıkmadı. 1956 yılında yaptığı gizli
konuşmada Kruşçov bunun Stalinin, yaşanan askeri felaketin
derinliği yüzünden demoralize olmasından
kaynaklandığını ileri sürdü. Fakat, gerek bu dönemden önce
ve gerekse sonra Stalinin tutumunda, Onun ne denli ağır olursa
olsun güçlükler karşısında demoralize olduğu
savını destekleyen hiçbir veri bulunmamaktadır.
Ancak, savaşın bu ilk iki haftasında
Stalinin kamusal yaşamdan uzak durmasının, bilinen olgularla
Stalinin demoralizasyonu teorisinden çok
daha iyi uyuşan bir başka olanaklı açıklaması
vardır. Bu açıklama şudur: Durumu çok doğru bir tarzda
değerlendirmiş olan ve revizyonist çoğunluğun bizzat
kendisinin yol açtığı durumda kamunun önüne geçilemez selinin
basıncı altında Onun ve diğer Marksist-Leninistlerin
yardımını isteyen ve bu işbirliğinin
karşılığı olarak savaşın yönetiminin SBKP
liderliğine egemen olan revizyonist çoğunluktan Marksist-Leninistlerin
egemen olacağı bir organa devrini dayatan Stalin deyim yerindeyse
grevde idi.
Dolayısıyla, Kruşçovun 1956
yılında yaptığı gizli konuşmada Stalinin ancak,
SBKP liderliğinden bir temsilciler kurulunun yanına
gitmesinden sonra, çekilmiş olduğu köşeden
çıktığı yolundaki açıklamasına inanmamak için
herhangi bir neden yoktur.
Her halükarda, 30 Haziran 1941de Sovyetler
Birliğinde tüm iktidar, savaş süresi boyunca küçük ve
olağanüstü bir komiteye, başında Stalinin bulunduğu
ve çoğunluğu onun güvenilir Marksist-Leninist çalışma
arkadaşlarından Vyaçeslav Molotov, Lazar Kaganoviç ve Lavrenti
Beria- oluşan Devlet Savunma Komitesine devredildi. Bundan
kısa bir süre sonra da Stalin Sovyet silahlı kuvvetlerinin başkomutanlığına
getirildi.
3 Temmuz 1941de, yani savaşın patlak
vermesinden 12 gün sonra Stalin radyodan ülkeye seslenen bir
konuşma siyasal muhaliflerinin bile, yaşamının en iyi konuşması
olarak niteledikleri konuşmasını- yaptı. O ağır
askeri durumun bir özetini yaptı; geri çekilme halinde düşmanın
eline geçmesini önlemek için her binanın, her yiyecek kırıntısının
yokedilmesini gerektiren kavrulmuş toprak politikasını
anlattı; düşman hatlarının gerisinde gerilla birliklerinin
oluşturulmasına ve tehdit altında bulunan Batıdaki tüm
savaş fabrikalarının tuğla tuğla güvenli Sibiryaya
taşıma muazzam görevine başlanmasına ilişkin
direktiflerini verdi. Ve O, kaçınılmaz olarak yapılması
gerekecek özverileri ve çekilecek acıları zerrece
azımsamaksızın, sakin bir özgüvenle zaferin Sovyet halkına
ait olacağını söyledi.
Konstantin Simonovun Yaşayanlar ve Ölüler
adlı romanı 1958de, yani Sovyet entellektüellerinin Staline
saldırı konusunda hemen hemen tam bir oybirliği içinde
oldukları bir tarihte yazılmıştı.
Dolayısıyla, Simonovun kitabında, Stalinin
konuşmasının cepheye yakın bir sahra hastanesi üzerindeki etkisini
betimlediği pasajı not etmek ilginç olacak:
Stalin sakin, yavaş bir sesle ve güçlü bir
Gürcü aksanıyla konuşuyordu...
O düzgün sesle, onun sözünü ettiği trajik
durum arasında büyük bir uyumsuzluk vardı ve bu uyumsuzlukta güç
yatıyordu. Ama insanlar şaşırmamışlardı.
Onlar Stalinden zaten bunu bekliyorlardı.
Onlar onu farklı tarzlarda
seviyorlardı,.. bazıları ise onu hiç sevmiyordu. Ama hiç kimse,
onun cesareti ve demirden iradesinden kuşku duymuyordu. Ve tam da
şimdi, savaş halindeki ülkenin başındaki insanda
bulunmasına her zamankinden daha çok gereksinim duyulan işte bu iki
özellikti.
Stalin durumu trajik olarak tanımlamadı;
onun böyle bir sözcük kullanmasını beklemek gerçekçi olmazdı...
Onun anlattığı hakikat acı bir hakikattı; ama en
azından bu hakikat açıkça söylenmişti ve insanlar artık
yere daha sağlam biçimde basmakta olduklarını
duyumsuyorlardı...
Ve Stalinin her zamanki tarzıyla, büyük, ama
aşılamaz olmayan güçlüklerin aşılması
zorunluluğundan söz etmiş olmasına gelince, bu da
zayıflığı değil, tersine büyük bir gücü çağrıştırıyordu.
Stalin ve onun en yakın çalışma
arkadaşlarının 1941-45 savaşı sırasında, bu
savaşın yürütülmesinin sorumluluğunu üstlenmeye
çağrılmış oldukları tartışma götürmez bir
gerçeklik olduğuna göre, ona savaş bağlamında yöneltilen eleştirilerin
bazılarına bir göz atalım.
Kruşçov, 20.
Kongrede yaptığı gizli konuşmada Stalinin Sovyet ordusunun
askeri operasyonlarını bir küreye bakarak yönettiğini
ileri sürdü. Savaş sırasında kendisiyle birlikte
çalışmış olan bütün yabancı askeri uzmanlar, Stalinin
askeri konuların ayrıntılarını nasıl sımsıkı
kavradığına tanıklık ettikleri dikkate
alındığında, tümden hayal ürünü olan bu tür
açıklamaların beş paralık değeri
olmadığı anlaşılır.
Kruşçovun, bunun dışında
Stalinin askeri yönetimi konusunda yaptığı tek eleştiri,
Sovyet ordusunun yitirdiği tekil bir muharebeye yaptığı
göndermedir. Sovyet ordusunun Alman ordusunu (Büyük Yurtsever- ç. n.)
savaşta yenmiş olması ise Parti liderliğinin
başarısı olarak gösterilmektedir. Ama, hem öyle hem böyle
diyemezsiniz. Eğer Stalin fiilen askeri operasyonlara komuta ediyorduysa,
yitirilen tekil çatışmalar gibi, savaştaki zafer de onun
hanesine yazılmalıdır.
Aslında Stalin, askeri stratejiyi derinden
kavrama yetisini, daha Parti Merkez Komitesi adına sorun çözücü
sıfatıyla bir cepheden öbürüne koştuğu 1919-20 İç Savaşı
sırasında kanıtlamıştı. O, askerlik bilimine
önemli katkılar yaptığı 1941-45 savaşı
sırasında bu kavrayışını daha da geliştirdi.
O, bu savaşta geliştirdiği stratejiyi şöyle
detaylandırıyordu:
Kuvvet bakımından daha üstün bir
düşmanla karşılaştığımızda, eğer
savaşmak için geniş topraklara sahipsek, doğru strateji, bir stratejik
geri çekilme gerçekleştirmek ve bu geri çekilme sırasında
düşmana yararlı olabilecek ve
taşıyamayacağımız her şeyi yoketmek, geri çekilme
sırasında düşman kuvvetlerine ağır kayıplar
verdirmek, kendi haberleşme hatlarımızı
kısaltırken düşmanınkilerin uzamasını
sağlamak, düşmanı bilmediği ve dost-olmayan bir arazide
savaşmak zorunda bırakırken bizim dost ve bildiğimiz
arazide savaşmamızı sağlamak biçiminde olmalıdır.
Daha sonra, kuvvetlerimizin güçlenmesi ve düşman kuvvetlerinin
zayıflamasına bağlı olarak artık düşmanın
kuvvet bakımından bizden daha zayıf olduğu bir noktaya
ulaştığımızda, kararlı bir
karşı-saldırıyla düşman kuvvetlerini
kuşatmamız ve yoketmemiz gerekir.
Sovyetler Birliğinin savaşta zafer kazanmasını
sağlayan, işte bu stratejiydi.
Gene Stalin, emperyalist bir devlete karşı savaşan
sosyalist bir devletin önderi sıfatıyla, asıl vurguyu devrimci
sosyalist sloganlardan çok yurtsever sloganlara yaptığı ve Rus
ulusal duygularını okşadığı için
eleştirilmektedir.
Ama, Stalin ve Sovyet Marksist-Leninistleri Stalin savaşı
yürütme görevini devraldığında SSCBnin diğer önemli
uluslarını oluşturan Ukraynalılar ve Belaruslar Alman
işgali altında olduklarından- Rus halkının tümünü
seferber etmelerini gerektiren bir savaşı sürdürme göreviyle
karşı karşıya bulunuyorlardı. Rus halkının
ana kitlesi, devrimci bilinçli işçilerden değil, çoğunlukla
devrimci sosyalist bilince sahip olmaktan uzak küçük-burjuva köylülerden
oluşuyordu. Bununla birlikte onlar ateşli yurtseverler idiler;
Rus ulusunun ırksal geriliğini alaya alan Nazi propagandasına
büyük bir tepki duyuyorlardı. Ben, belirli ölçülerde bir revizyonist
dejenerasyonun zaten meydana gelmiş bulunduğu 1941-45 dönemi
Sovyetler Birliğinin koşullarında, bu siyasal çizginin
doğru olduğu kanısındayım.
Savaş dönemi Sovyet liderliğine getirilen bir başka
eleştiri, onun emperyalist bağlaşıklarıyla Britanya
ve ABD- Avrupanın askeri nüfuz bölgelerine bölünmesine
ilişkin bir anlaşma yapmış olmasıdır. Fakat bir
savaşta bağlaşıklara sahip olmak çok istenir bir
şeydir; ve bir ülkenin, bağlaşıklarıyla ortaklaşa
çalıştığı ve düşmanı işgale uğramış
olan topraklarının ötesinde kovalamaya devam ettiği
koşullarda, askeri nedenlerden ötürü her bir ordunun
operasyonlarını yürüteceği farklı alanlar üzerinde
karşılıklı bir anlaşmaya varmanın mutlak bir
gereklilik olduğu da açıktır.
Son bir eleştiri, Doğu Avrupanın Sovyet askeri
işgali altına giren bölgelerinde, içlerinde muhafazakar
öğelerin de bulunduğu hükümetlerin onaylanmasına
ilişkindir. Ama Marksist-Leninistler her zaman, sosyalizmin bir
ülkeden bir başka ülkeye kuvvet yoluyla ihraç edilemeyeceğini,
herhangi bir ülkede sosyalizmin, ancak o ülkenin işçi
sınıfı siyasal olarak bunu yapmaya hazır olduğunda
kurulabileceğini savunmuşlardır. Bu yüzdendir ki, Kasım
1941 gibi erken bir tarihte Stalin şöyle diyordu:
Bizim, kendi irademizi ve rejimimizi Avrupanın Slav ya da
başka köleleştirilmiş uluslarına dayatma türünden
savaş amaçlarımız yoktur ve olamaz... Bizim amacımız,
Hitlerin tiranlığına karşı kurtuluş
savaşımlarında bu uluslara yardım etmek ve kendi
topraklarında kendi yaşamlarını istedikleri gibi
örgütlemekte onları bütünüyle özgür bırakmaktır! (J. V. Stalin,
6 Kasım 1941 Konuşması)
Sovyet ordusunun işgali altına giren ülkelerde bu yol
izlendi. Nazilerle işbirliği yapmayan bütün siyasal partilerin içinde
yer aldığı ulusal hükümetler kuruldu; fakat fiili
devlet iktidarı, Sovyet ordusu aracılığıyla Sovyet
devletinin elinde bulunuyordu. Ellerinde herhangi bir gerçek devlet
iktidarı bulunmayan muhafazakar politikacılar görece kısa bir
süre içinde sergilendiler ve yerlerini bu ülkelerin ilerici güçlerine
bıraktılar. Böylece kendi halklarının inisiyatifiyle bu
ülkeler, bir dönem işçi sınıfının önder siyasal rol
oynadığı Halk Demokrasilerine dönüştüler.
Savaşın bitimiyle birlikte, Devlet
Savunma Komitesi ortadan kaldırıldı ve Sovyet
devletinin fiili yönetimi, bir kez daha hala gizli revizyonistlerin egemen
olduğu SBKP liderliğinin eline geçti.
Savaştan sonraki ilk Parti Kongresi,
1952de toplanan 19. Kongre, bu değişikliği tuhaf ve hiç
görülmemiş bir biçimde yansıttı; Merkez Komitesinin Raporunu
Genel Sekreter Stalin değil, Georgi Malenkov sundu.
Hatta SBKPnin fiili liderliği, Stalinin
çalışmalarını, 1950de yayımlanan Dilbilimin
Sorunları gibi, dilin ve onun gelişiminin bilimsel incelenmesine
önemli bir katkı oluşturmakla birlikte Sovyet toplumunun temel güncel
sorunlarıyla doğrudan ilişkili olmayan makaleler yazma türünden
görevlerle kısıtlamaya çabaladı.
Daha sonra Staline gene, tasarlanan siyasal ekonomi ders
kitabının bir eleştirisini hazırlama gibi
zararsız gözüken bir başka görev verildi. Ama 1952de bu
eleştiri, SSCBnde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları adı
altında kitap halinde yayımlandığında, daha o zaman
Sovyet entellektüelleri tarafından açıkça ileri sürülmekte olan revizyonist
düşüncelerin bir çoğunun sergilenmesi biçimine büründü.
Fakat uluslararası alanda, Stalin ve Marksist-Leninist
azınlık revizyonizme karşı savaşım cephesinde
daha başarılı olabildiler. 1947de Komünist Enformasyon Bürosunun (Kominform)
oluşturulmasının, revizyonistler tarafından 1943de
dağıtılan Komünist Enternasyonalin yeniden
kurulması doğrultusunda atılan bu önemli adımın Stalinin inisiyatifiyle
gerçekleştirildiği yolunda yeterince kanıt bulunmaktadır.
Stalinin, Kominternin son yıllarındaki revizyonist
çizgisini ana öğeleri Komünist Enternasyonalin 7. Kongresinde
benimsenen sosyalizme parlamenter yoldan geçiş çizgisi- desteklemiş
olması gerektiğine inanmak isteyenler için, o yıllarda
Kominternin öndegelen liderleri olan Dmitri Manuilski ile Georgi Dimitrovun
yeni uluslararası örgütte herhangi bir görev almaya çağrılmadıklarını
ve bu örgütte öndegelen rolün Stalinin yakın Marksist-Leninist
çalışma arkadaşlarından Andrey Zhdanova
verildiğini not etmek yerinde olacaktır. Ayrıca, Kominformun
ilk eylemlerinin, Fransa, İtalya, Japonya ve Yugoslavya Komünist
Partilerinin (ki, bu sonuncusu, Yugoslavyada kapitalizmi restore etmeye
yönelmiş revizyonist bir parti olduğu için 1948de Kominformdan
atıldı) revizyonist çizgilerini sert bir biçimde eleştiren
yazılar yayımlamak olmuş olması da anlamlıdır.
Bu dönemde, revizyonist çoğunluğun sahte sosyalist
görüntülerini sürdürmek zorunda olmalarından yararlanarak Sovyetler
Birliğinde sanat ve kültür alanında revizyonistlerin teşvik
ettiği burjuva eğilimlere karşı sosyalist kültür
devrimine önderlik eden de Zhdanov oldu. Zhdanovun kültür sorunlarına
ve sosyalist realizme ilişkin konuşma ve yazıları, bu
önemli alanda Marksist-Leninist bakış açısını önemli
ölçüde ilerletti.
Bu arada Stalinin istihbarat servisi, SBKP liderliğine egemen
olan öğelerin aktiviteleriyle ilgili soruşturmalarını
sürdürüyordu. Kruşçovun, Stalinin kuşkuculuğu
konusundaki savları, elbette temelsiz değildi. Bu
soruşturmaların sonundadır ki, 1952nin sonunda Kremlinde
çalışan bir dizi doktor tutuklandı ve son bir kaç
yılda aralarında Zhdanovun da bulunduğu bir dizi Parti
liderini 1930larda kullanılan metotların aynısını
kullanarak öldürmekle suçlandı. Sovyet Tıp Birliğine
bağlı bir komisyon bu liderlere uygulanan tedaviyi soruşturdu
ve bu vakaların hepsinde de uygulanan tedavinin kasıtlı cinayete
eşdeğer olduğu yolunda bir rapor hazırladı.
Yabancı basın muhabirleri, bu suçlamaların öndegelen Sovyet
kişiliklerine uzandığı konusunda düşünce
birliği içindeydiler.
Fakat doktorların yargılaması başlamadan, Stalin
tam da bu öndegelen kişiliklerin işine gelecek biçimde- birdenbire
öldü.
Birkaç gün içinde, Genel Sekreterin Kişisel Sekretaryası
dağıtıldı, eski başı Poskrebişev ortadan
kaybolurken Sekretaryanın kayıtlarına da elkondu. Ardından
Pravdada, tutuklanan doktorların masum olduklarını ve
serbest bırakıldıklarını duyuran bir açıklama
yayımlandı. Temmuza gelindiğinde Beria da ortadan kayboldu ve
Kruşçovun rastgele bir açıklamasına göre ölümünden sonra
yargılandı.
Sonuç
Bugüne kadarki araştırmalarımızın Stalinin
rolüne ilişkin ortaya çıkardıklarının kısa özeti
budur. Bu, objektif dünya koşulları sonunda bu
savaşımı başarısız kılmış olsa da
yaşamı boyunca revizyonizme karşı tutarlı bir tarzda
savaşım vermiş olan öndegelen bir Marksist-Leninistin
rolüdür.